Enflasyon yakında düşecek, hayat pahalanacak

03.05.2021 12:15
Kamuoyunda, açıklanan enflasyon ile halkın hissettiği enflasyon, yani hayat pahalılığı sıklıkla karıştırılır ve günün sonunda fatura enflasyon istatistiklerini açıklayan Türkiye İstatistik Kurumu’na (TÜİK) kesilir. Oldum olası TÜİK’e yapılan bu tür eleştirileri abartılı ve gereksiz bulmuşumdur. Hatta zaman zaman düzenli olarak alışveriş yaptığım marketten aynı ürünleri bir önceki yıl aynı dönemlerde ne kadara aldığımı kontrol ederek TÜİK’in enflasyon ölçümlerinin bir aşırılık barındırdığını gördüğüm nadir olmuştur. Aslında bu eleştirilerin temelinde ortada senelerdir yeterince anlatılamayan/anlaşılamayan bir kavram karmaşası yatmaktadır. Halk hissettiği enflasyona yani hayat pahalılığına bakarak, TÜİK’in enflasyon rakamlarını düşük buluyor. TCMB’nin bu haftaki Enflasyon Raporu Toplantısı’nı izlerken yine bu serzenişlerin yakında ön plana çıkacağını hissettim.

Bilindiği üzere Türkiye üç yıldır birikimli enflasyon sarmalında ve baz etkisiyle yeniden yakın bir zamanda peyderpey düşüş patikasına girecek. İster bu ay ister gelecek ay olsun, yıllık enflasyon %18 civarında zirveyi görecek ve ağır aksak da olsa takip eden aylar boyunca gerileyecek. Zira yıllık enflasyon, bir mal grubu sepetinin fiyatlarının bir önceki yılın aynı ayına göre ne ölçüde değiştiğini göstermektedir. Yani, enflasyon bir önceki yıl yüksek seyretmişse takip eden yılda görece yavaşlamasını normal karşılamak gerekir. Bu noktada aylık değişime veya yıllık değişime değil, birikimli enflasyona ya da gelire göre fiyatların düzeyine bakılırsa hayat pahalılığı açıkça TÜİK rakamlarında da görülecek ve hanehalkının duygularına tercüman olacaktır.

En iyisi, halkın sesine kulak verip bu bahsettiğimiz kavram karmaşasını bir de grafikle inceleyelim. Enflasyon rakamları hesaplanırken TÜİK, 2003 yılındaki ortalama fiyatların 100’e eşit kabul edildiği bir endeksleme çalışması yapmaktadır. Basit bir şekilde hayat pahalılığı incelenmek istendiğinde endeksin seçilecek iki tarih arasındaki farkına bakılmalıdır. Enflasyon rakamları olarak kamuoyunda sıklıkla kullanılan yüzde ile ifade edilen rakamlar ise sadece bir dönemin bir önceki yılın aynı dönemine göre farkını göstermektedir. Dolayısıyla baz etkisi ve ilgili aya özgü spesifik gelişmeler nedeniyle bu değer yüksek ya da düşük kalabilir. Baz etkisi ile kastedileni de yeri gelmişken somutlaştıralım. Türkiye’de uzun dönemli enflasyon ortalaması %10 civarındadır. Ancak Ağustos 2018’de TL’nin hızla değer kaybetmesi sonucu Ekim 2018’de enflasyon %25,24 seviyesine kadar yükseldi. Ekim 2019’da ise TL’de ve diğer enflasyonist gelişmelerde önemli bir iyileşme olmamasına rağmen Ekim 2018’de fiyatların uzun dönem ortalamasının çok üzerinde artmış olması nedeniyle yıllık enflasyon %8,6 seviyesine kadar geriledi. İşte baz etkisi, Ekim 2019’un enflasyonundaki (yıllık fiyat artışlarındaki) bu iyileşmenin temel sağlayıcısı olarak geçici bir faktördür. Nitekim bu dönemde de hayat pahalılığı sürerken baz etkisinin ortadan kalkmasıyla enflasyonun yeniden kademeli olarak yükseldiği aşağıdaki grafikten görülebilir.

Bugün açıklanan verilere göre, yıllık tüketici enflasyonu Nisan ayında %17,14 seviyesine ulaştı; yani geçen yıla göre hanehalkının ortalama tüketim sepetinin fiyatı Nisan 2021’de Nisan 2020’ye göre %17,14 oranında arttı. TL’nin seviyesine bağlı olarak Mayıs’ta %18 civarı bir enflasyon görmemiz olası ancak TCMB’ye göre en yüksek enflasyon oranı geride kaldı. Türkiye ekonomisi sahip olduğu potansiyel ile hak etmediği kadar yüksek bir enflasyona maruz kalıyor ve mutlaka peyderpey de olsa yeniden tek haneli enflasyon oranlarını -kuvvetle muhtemel 2023 başından itibaren- görecektir. Umarım; benim tahminlerimden de piyasa beklentilerinden de çok daha iyimser olan TCMB’nin öngördüğü gibi daha erken bir zamanda tek haneli enflasyon rakamlarını görebiliriz. Mevcut koşullar altında ihtimaller içerisindeki en kötümser senaryoyu dahi ele alsak, bugün Nisan ayı için %17,14 olarak açıklanan enflasyon, yıl sonunda %15’e, gelecek sene sonunda da %10 civarına düşecektir. Ancak burada düşecek olan değerin bir fiyat değişimi olduğunu ve bunun hissedilen birikimli enflasyonun artmaya devam edeceği anlamına geldiğini bilmemiz gerekiyor. Diğer bir deyişle Nisan’da enflasyona konu olan sepetlerin ortalama fiyatları %17,14 artsa da aynı sepetin üç yıllık birikimli artışı tam 1,6 kat oldu ve halkı rahatsız eden de aslında bu birikimli olağanüstü fiyat artışları… Zira 2003-2018 başına kadarki 15 yıllık dönemde 3,5 kat artan fiyatlar, sadece son 3 yılda bunun yarısı kadar artarak hayat koşullarını daha pahalı hale getirdi. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bir negatif enflasyon oranı görülmediği müddetçe seneye enflasyon %10’a dahi düşse bile birikimli enflasyon artışı sürerek alım gücünü eritmeye devam edecek ve halkı rahatsız etmeyi sürdürecektir.




Hayat pahalılığına karşı, kamu otoritesi zor bir inisiyatif alıp asgari ücretlerde 2016, 2019 ve 2021’de sırasıyla %30, %26,05 ve %21,56 ile oldukça yüksek artışlar yaparak alım gücündeki erimenin önüne geçmeye çalıştı. Bir aylık net asgari ücretin sadece bir malı alma gücünü gösteren aşağıdaki grafikler incelendiğinde; temel ihtiyaçlar açısından bir korunma sağlandığı, sadece TL’deki değer kaybını doğrudan ilgilendiren altın (ve araba) alma kapasitesinin ise azaldığı görülüyor. Öte yandan asgari ücretteki yüksek artışların tüm topluma ne kadar olumlu etki yaptığı ise ayrı bir yazının konusu...

Ekonomi yönetimi bir denge gözetilerek icra edilmelidir. Çünkü yüklü ücret artışları işverenleri istihdamda verimliliği artırmaya odaklanmaya iterken, bir miktar kayıt dışılığı ve dolaylı fiyat artışlarını da beraberinde getirdi. Asgari ücret alanlar temel ihtiyaçlarını artan fiyatlara rağmen karşılayabilir halde ancak salgının da etkisiyle işsizlik, %5 daraldığımız dönemdekinden dahi daha yüksek ve artan maliyetler nedeniyle şirketlerin bilançosu da oldukça kırılgan…





Özetle; enflasyon ve hayat pahalılığını konuşurken, değerlendirirken manşet rakamlara odaklanmakla kalmayıp, fiyatlardaki trend ve detaylar da gözden kaçırılmamalı… Ayrıca Bülent Ortaçgil’i de anmak gerekirse, “Aşk bir dengesizlik işi”, kabul ama dengesizlik sadece aşka mahsustur; hayatın dinamikleri de ekonomi yönetimi de dengeyi gözetmeyi gerektirir.