Kriz ekonomik değil politik

07.12.2016 16:20

Hükümet kanadı üstüne basa basa ülkemizde bir ekonomik kriz olmadığını söylüyor. Doğrudur. Yaşadığımız süreci ekonomik kriz olarak adlandıramayız. Fakat politik bir kriz yaşadığımız aşikar. Ülkemizin temel göstergeleri sağlam, ekonomik kriz şimdilik kapıda gözükmüyor. Fakat OHAL ilanı sonrası KHK ile yapılan uygulamalar, milletvekili ve gazeteci tutuklamaları, belediyelere ve şirketlere atanan kayyumlar bağımsız yargıya olan güveni ciddi şekilde zedeledi. Bu yüzdendir ki; OHAL ilanından sonra Moody’s ve S&P’den not indirimi geldi. İki kurum da gerekçeler arasında kurumsal yönetimin zayıflığına atıfta bulundu. Hal böyle olunca dışarıdan kaynak akışı azaldı ve dış finansmana bağımlı ülkemiz için durum negatife döndü.

Politik krizin etkisini ise daha çok döviz fiyatlarında görüyoruz. Kur aldı başını gitti. 2013 yılından bu yana devam eden TL’deki değer kaybı, son bir ayda gelişmekte olan ülke para birimleri arasında negatif ayrışmasıyla gün yüzüne çıktı. Son dönemdeki bu volatilite ise spekülatif amaçlı işlem miktarını daha çok artırdı. Merkez Bankası’na bakacak olursak, kurdaki bu yükselişe rağmen henüz piyasaların beklediği netlikte bir mesaj veremediğini görüyoruz.

Burada biraz da hükümetin baskısı altında kaldığımızı söylememiz gerekiyor. Zaten OHAL sonrası oluşan ortam sıcak para girişini ve doğrudan sermaye girişini düşürdü, bir de 2013 yılında olduğu gibi sert bir faiz artırımı ile durgunluğa girilmesi istenmiyor. Bu sebeple Merkez Bankası üzerinde düşük faiz baskısı var. Fakat baskıya ek olarak, hükümet kanadından ekonomi ile az bir bağı olan herkesin faiz düzeyi hakkında yorum yapması Merkez’in bağımsızlığını ve piyasayı etkileme gücünü önemli ölçüde sarstı. Döviz bozdurma kampanyasından önce buna önlem alınması gerektiğini düşünüyorum. Sadece Merkez’in faizleri düşük tutması yatırım ve tüketimi artırmayacak tabi ki. Yerli ve yabancı yatırımcının öncelikle önünü görmesi sağlanmalı.

Bunun için de yapılması gereken ilk şey politik belirsizliğin azaltılması. Fakat bahar aylarında yeni bir seçime hazırlanıyoruz. Beklenildiği tarihte yapılırsa, son 1 yılda 3 seçim geçirmiş olacağız. Bu sefer ki ise anayasa değişikliği ve başkanlık sistemini kapsayan bir referandum olacak. Piyasalar açısından baktığımızda uzunca bir belirsizlik süreci anlamına geliyor. Bu sebeple sürecin oldukça titizlik ile yönetilmesi gerekiyor.

Ülkenin belki de tarihinin en çalkantılı günlerini yaşaması, hükümetin ekonomiyi canlandırma adına yaptığı hamleleri etkisiz kılıyor. Üretici ve ihracatçı teşvikleri, otomatik katılımlı BES, damga ve harç masrafları düzenlemesi, stratejik sektörlere vergi muafiyeti, Türkiye Varlık Fonu… Her biri ülkenin başka bir döneminde yapılsa önemli ekonomik atılımlar diye bahsedeceğimiz uygulamalar. Fakat yurtiçindeki ortam sebebiyle istenilen karşılıklar henüz alınabilmiş değil. Güneydoğu için yapılan mega teşvik programı bunun en yakın örneği.

Bölgedeki terör sorunu nedeniyle yatırım adına herhangi bir gelişme kaydedilemedi. Yurtdışından bakan bir yatırımcı için de Türkiye algısı tamamen bu şekilde. Hem ülke şu an için yatırım yapılamaz halde hem de AB ile ilişkilerin kesilmesi durumunda mevcut yatırımların çekilmesi de gündeme gelebilir. Hal böyle olunca ülkedeki politik kriz ekonomik krize evrilme aşamasına geçebilir. Bu sebeple öncelikle yatırımların artması lazım. Bunun için de yatırımcıya ülkede her açıdan yatırım yapılabilir bir ortam sunmak lazım. Burada hükümetin atacağı ilk adım, ülkedeki ortamı OHAL’in kaldırılabileceği bir normalliğe çevirmesi, sonrasında ise hem iç hem de dış ilişkileri dengeli bir şekilde yönetmesi olabilir.

Zülküf Aydemir
IŞIKFX ARAŞTIRMA UZMANI