Genişleme politikalarına yönelik umutlar tükeniyor

29.07.2016 15:27

Son dönemde gözler yeniden merkez bankalarına çevrilmiş durumda.  Kararları ile küresel piyasalara yön veren merkez bankaları yapmış oldukları açıklamalar ile likiditeyi desteklemeye devam edecekleri vurgulayarak adeta global ekonomiyi can siperane bir şekilde ayakta tutmaya çalışıyorlar. Gerek yapısal sorunlar nedeniyle oluşan ekonomik aksaklıklar gerekse siyasi arenada yaşanan negatif gelişmeler tüm gözlerin merkez bankalarına çevrilmesine neden oluyor. Peki, merkez bankalarına bu derece yüklenmek global ekonomide işleri rayına sokuyor mu? Önce parasal genişleme miktarlarına bakalım:

Dünyanın en büyük altı merkez bankasının bilançoları son 10 yılda %239 oranında artış kaydederek 4.9 trilyon dolardan 16.9 trilyon dolara yükselmiş durumda. Tarihte bu denli büyük bir parasal genişleme dönemi yaşanmış değil.  Bu rakamın artmaya devam ettiğini söyleyelim. Bir diğer dikkat çeken nokta ise bankaların bilançolarında bulunan varlık miktarı ülkelerinin GSYİH’sının %36’sına ulaşmış durumda. 2008 küresel kriz öncesi bu oran %14.3 ile makul bir düzeyde bulunuyordu.

Ülkeler merkez bankaları bazında ise;

ABD Merkez Bankası ( FED ) 4.4 Trilyon dolardan fazla varlığı bilançosunda bulunduruyor.

Avrupa Merkez Bankası ( ECB ) 3.1 Trilyon euro ve Japonya Merkez Bankası ( BOJ ) ise 3 Trilyon dolara yakın varlığa sahip. Hatta ECB ve BOJ’un toplam varlık alımları aylık bazda 180 Milyar dolara ulaşmış durumda ki bu bir rekora işaret ediyor. Tabii bu rakamın artmakta olduğunu söylemek de şaşırtıcı olmayacaktır.

Bunların yanında Çin merkez bankasının da ( PBOC ) 5.5 Trilyon dolardan fazla varlığı bilançosunda sakladığını da notlarımıza ekleyelim.

Peki, tüm bu rekor seviyede parasal genişleme adımları reel ekonominin canlanmasına ve bu sayede istihdam piyasasının güçlenerek enflasyon oranlarında artışa neden olduğunu söyleyebiliyor muyuz? Net olarak hayır. Bu beklentiler bir miktar ABD ekonomisinde kendisini gösterse de küresel piyasalarda işlerin rayına girememesi FED’in 2015 yılının Aralık ayında başladığı faiz artırımının devamını getirememesine neden oluyor.  Temmuz FOMC’de her ne kadar yakın vadede risklerin azaldığını söylese de yakın gelecekte parasal normalleşmeye yönelik sinyal veremedi. Hala Brexit – Çin ekonomisi ve Avrupa’da toparlanmanın çok zayıf kalması ve Japonya’da kronikleşen deflasyon hastalığı FED’i düşündüren etkenler arasında. Bunun yanında makro bazda enflasyon hedefinden ise uzak olunması yine FED’in elini bağlayan en önemli unsurlardan birisi. 10 yıllık enflasyon başa baş oranı 2013 yılından bu yana geriliyor ve son dönemde yaşanan hafif toparlanmaya rağmen henüz %2 seviyesine bile ulaşabilmiş değil.

Tabii tüm bu gelişmeler diğer ülkeler için de geçerli. Mesela ABD ile birlikte zayıf da olsa toparlanma eğilimi gösteren İngiltere’de Brexit referandumu sonucu BOE’den sıkılaştırma değil güçlü tonda genişleme adımlarının artırılması bekleniyor. Ülkede son açıklanan Temmuz ayına ilişkin bileşik PMI verisi genişleme için referans alınan 50.0 seviyesinin altına geriledi. Hizmet ve imalat sektörlerinde daralma yaşanması resesyon ihtimalini sıcak tutuyor. Bunun yanında Başbakan Abe’nin seçilmesi sonrası Japonya’da hem maliye hem de para politikalarının yoğun ölçekte gevşetilmesine rağmen istenilen pozitif sonucun aksine geriye gidiş görülüyor.
 
BOJ’un para tabanını artırması da yine enflasyon beklentilerini körüklemeye yetmiyor. 2 ve 5 yılllık enflasyon beklentilerinde herhangi bir canlanma yok. Yani para politikasında yapılacakların sonuna gelinmiş gibi bir görüntü var. Para miktarının bu denli artırılması reel ekonomiden çok finansal piyasalara akıyor ve bu durum finansal balonların oluşma riskini meydana getiriyor. Tahvil piyasası gibi… ECB’nin yüksek varlık alım politikası ve küresel piyasalarda artan risk eşliğinde negatif getirili tahvil miktarı 13 trilyon dolar değerine ulaşmış durumda. ABD endekslerinin ise her gün rekor kırdığını görüyoruz.

Daha ne kadar merkez bankalarının likidite beklentilerini canlı tutarak piyasalara yöne verme isteğini izlemeye devam ederiz bilmiyorum ama bu politikanın etkisinin artık azalmakta olduğunu göz ardı etmeyelim.
 
Özellikle rekor parasal genişleme – eksi mevduat faizi gibi normalin çok dışında belirlenen para politikaları ile finans sektöründe yüksek kazanç isteğini körüklemek yerine reel ekonominin güçlü bir hızda toparlanmasına ve bu sayede istihdamı artırarak enflasyon yaratılmasına olanak sağlayacak kapsamlı yapısal reformları devreye sokmak gerekiyor. Fakat küresel siyasetin yapısal reformlara odaklanacak yapıda olmaması umutları azaltıyor. Bakalım piyasaları içten içe kemiren kötü data iyi piyasa hastalığı daha ne kadar devam edecek.

EREN CAN ÜMÜT
MEKSA YATIRIM ARAŞTIRMA UZMANI