Merkez Bankası’nın en zor faiz kararı

15.12.2017 10:28
Merkez Bankası dün politika faizini değiştirmedi; geç likidite penceresi için uyguladığı oranını ise yarım puan artırdı. Deyim yerindeyse, “Ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranamadı.” Siyasetten gelen “faize dokunma” baskısı ile piyasadan gelen 1 puanlık artış beklentisinin arasında kaldı. Ortada bir karar açıkladı. Piyasa kuru yükselterek bu karara ilk anda olumsuz bir reaksiyon verdi. Çünkü artırım beklentisiyle dolar kurunu 3.81’lere indirmişti. Beklenti gerçekleşmeyince düzeltme normaldi. Tekrar aşağı yönlü bir hareket olabilir; hatta kuru aralık sonu, ocakta 3.70’lerde  görebiliriz. An itibarıyla sorun, faiz ya da kurun değil, enflasyonun seviyesi. Bunun da sorumluluğu Merkez’de.
 
TCMB kanunu, “Bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Banka, fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisi belirler. Banka, fiyat istikrarını sağlama amacıyla çelişmemek kaydıyla hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekler” der.
 
Merkez’in temel görevi
 
TCMB’nin temel görevleri arasında “hükümetle birlikte TL’nin iç ve dış değerini korumak için gerekli tedbirleri almak” da vardır. Bankaya verilen yetkiler arasında ise “Hükümetle birlikte enflasyon hedefini tespit eder, buna uyumlu olarak para politikasını belirler. Banka, para politikasının uygulanmasında tek yetkili ve sorumludur. Banka, fiyat istikrarını sağlamak amacıyla bu kanunda belirtilen para politikası araçlarını kullanmaya, uygun bulacağı diğer para politikası araçlarını da doğrudan uygulamaya yetkilidir” denilir.
 
Bu yasa çerçevesinde Merkez’in performansına bakarsak başarıdan bahsetmek mümkün değil.
 
Türkiye dünyanın en yüksek enflasyon oranına sahip 4-5 ülkesinden birisidir. Enflasyon 14 yılın zirvesine ulaştı, hedefin çok üzerinde kaldı. Daha da önemlisi beklentiler bozulmaya başladı. Merkez amacının çok uzağında.
 
TL’nin değeri...
 
TL son birkaç yıl boyunca hızla değer kaybetti. 2003’teki değerinin çok altına indi. İş dünyasının kâbusu olan TL’deki oynaklık arttı. TCMB’nin kendisine yasayla verilmiş TL’nin değerinin korunması için gerekli tedbiri alma görevini yerine getirdiği söylenemez.
 
Merkez dün beklenenden daha düşük bir artış yaptı ama enflasyon konusundaki rahatsızlığını da açıklamasında “beklentiler ve fiyatlama davranışlarına dair risklerin” arttığına vurgu yaparak belli etti. “Sıkı duruş sürüyor, ihtiyaç olması halinde ek sıkılaştırma yapılacak” mesajını verdi. Ancak sıkılığın tanımında piyasayla aynı noktada değil. Şu ana kadar yapılan sıkılaşmanın gecikmeli etkisi görülür, gıda tarafında atılan adımlar sonuç verir, para politikası dışı alanlardan da destek gelirse, enflasyon önümüzdeki aylarda beklenenden hızlı iner. Ve o zaman piyasa sıkılık tanımında Merkez’in durduğu noktaya gelir.Enflasyonu yavaşlatmakta yetersiz kalırsa faiz artırımına devam etmek zorunda kalabilir.
 
Ya Fed’in başında Trump olsaydı
 
Fed faiz oranını çeyrek puan daha artırdı, geleceğe dönük faiz artış öngörüsünde ise bir değişiklik yapmadı. Beklenen bir adımdı, piyasaları germedi. Açıklamaları çok dengeli ve yönlendiriciydi. Aslında Fed uzun bir süredir aynı şeyi yapıyor. Önden piyasaları hazırlıyor, ardından adımını atıyor. Sürprizden kaçınıyor. Çok başarılı bir iletişim politikasıyla işi götürüyor. 
ABD yönetimi Trump liderliğinde ne kadar öngörülemez ve gerilimleri tırmandırıcı bir politika izliyorsa ABD Merkez Bankası tam aksine öngörülebilir ve piyasaları rahatlatıcı bir yöntem izliyor. Trump gibi birinin Fed’in başında olduğunu düşünebiliyor musunuz? Piyasalar her sabah güne yeni bir krizle başlardı.
 
Düşük faiz, düşük enflasyon mu?
 
Yüksek faiz mi yüksek enflasyona neden oluyor; yoksa yüksek enflasyon mu yüksek faizi doğuruyor? Türkiye 10 yıldır bunu tartışıyor. TCMB’nin dünkü kararından sonra tartışmaya da devam edecek. 
 
Enflasyon dediğimiz şey fiyatların artmasıdır. Sadece belli bir mal veya hizmetin değil, fiyatların genel düzeyinin sürekli artış göstermesi halidir. İki türü vardır:
 
Talep Enflasyonu: Ekonomideki mal ve hizmet arzının talebi karşılayamaması sonucu fiyatların artmasıdır. Genellikle para arzının artmasının tüketimi de artırması sonucu ortaya çıkar. Para arzı artınca bankaların borç verebilecekleri miktar artar. Tüketiciler borçlanırlar, tüketim artar. Üretim, yani arz bu artışa ayak uyduramaz. Sonuçta enflasyon artar. Merkez bankaları bu duruma faizi yükselterek cevap verirler; çünkü faiz artışıyla bir yandan banka kredileri hız keserken, öte yandan harcama yerine tasarruf eğilimi artar. Sonuçta talep daralır, fiyatlar geriler.
 
Maliyet Enflasyonu: Üretimde kullanılan girdilerin maliyetlerinin artması sonucu enflasyonun yükselmesidir. Hammadde ve ara malları, enerji, emek, kredi faizi ve vergi yükleri üreticiler için maliyet unsurlarıdır. Bunların fiyatının artması sonucu üretim maliyeti de artar. Firmalar bu artışı tüketiciye yansıtmak yerine kar marjlarını daraltarak karşılama yoluna gidebilecekleri gibi gidecek yerleri kalmayanlar fiyatları artırmak durumunda kalırlar. Sonuçta enflasyon artar. Sorun talep canlılığından değil de maliyetten kaynaklandığı için talebi zayıflatmak yerine üretim maliyetini aşağı çekmek gerekir.
 
Enflasyonu düşürmek için TL istikrarı şart
 
Bu uzun girişten sonra Türkiye’ye gelirsek... Enflasyon bu yıl 3’üncü çeyreğe kadar talep enflasyonundan çok maliyet kaynaklı bir yapıya sahipti. Dolayısıyla faiz artışı yoluyla banka kredilerini kısmak ve iç talebi zayıflatmak bu durumda tavsiye edilmiyordu.
 
Ancak bizdeki maliyet kaynaklı enflasyonun ana nedenlerinden biri TL’deki hızlı değer kaybıdır. Üretimde ithal girdi payının çok yüksek olması ve bazı alanlardaki güçlü dolarizasyon nedeniyle TL değer kaybının enflasyon geçişkenliği de oldukça güçlü. Hal böyle olduğu için enflasyonun aşağı çekilmesi için TL’deki hızlı değer kaybının önlenmesi gerekiyor. Bu noktada iş gelip faizin düzeyine dayanıyor.
 
TL değerini belirleyen faktörlerden öne çıkanı, maalesef, kısa vadeli yabancı sermaye girişidir. Yetersiz iç tasarruflar nedeniyle büyümek için dışarıdan kaynak bulmak zorunda olan bir ülkeyiz. Her yıl işgücüne katılan 1.3 milyon vatandaşımıza iş yaratmak için büyümek zorundayız. Döviz talebini kısmak için ithalatı frenlesek olmuyor, büyüyemiyoruz. Çünkü üretimde ithal girdi bağımlılığımız yüksek.
 
TL’ye istikrar kazandırmanın hızlı yolu dışarıdan kısa vadeli sermayeyi çekmektir. Kısa vadeli yabancı sermaye ise yüksek getiriye gelir. Hava bozulduğunda hemen kaçar.
 
Bizimle aynı havuzdan borçlanan diğer ülkeler kadar getiri vermedikçe sıcak para gelmiyor. Türkiye bu durumu daha önce de defalarca yaşadı. Portföy girişlerinin hızlanmasıyla TL’de istikrarı yakaladı. Böyle bir istikrar kalıcı çözüm sunmuyor, ancak hükümetlere nefes aldırıyor, bu bağımlılığı ortadan kaldıracak yapısal adımları adımı atmaları için zaman kazandırıyor.